25 Temmuz 2013 Perşembe

Kanal İstanbul Projesi üzerine..

  Bu yazı,
Kanal İstanbul projesi üzerine, Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Hidrobiyoloji bölümünden, 52 not ortalaması ile 8 senede mezun olmuş, notunu gördüğünde "tüh ! 2 puan fazla çalışmışım" diyen, biyolojiye aşık ama hiç buluşamamış, mühendis kafalı bir fotoğrafçı tarafınan gündemin gösterdiği lüzum üzerine yazılmıştır. *

 İki sebepten, bir miktar da geç kalmıştır;

1. "ODTÜ eşiği" konusu, okumaktan nefret edilen 'okul metinleri'nin içinde aranıp bulunmalıydı.
2.  Stoacılığa (tabiri caiz ise) toslanıldı. Bilindiği gibi stoacılık, doğaya tapar. Her biyolojist, eğer ahlaksız değilse mutlak biraz stoacı olmalı iken, iş bu yazı (olasılıkla az bildiğinden) o ahlaksız biyolojistlerden biri tarafından yazıldı
( stoacılık için; http://www.felsefe.gen.tr/felsefe_sozlugu/s/stoacilik_nedir_ne_demektir.asp )

  Önce hocamızı tanıyalım; http://www.cevre.hacettepe.edu.tr/turkce/prs/sayfalar/Cemal/Cemal.shtml Kendisi, bilimsel yetkinliğinden kuşku duyulamayacak biri olmasının dışında "çöl tozları" incelemesiyle ayrıca başarılı bulunan bir bilim insanı.  
  Ve Kanal İstanbul ile ilgili fikirleri şöyle; http://haber.gazetevatan.com/felaket-olur-unutun/556947/1/gundem
Aslında yazı sadece bu kadar değil. bu kısaltılmış  ve bazı ekler yapılmış hali. orijinali şu http://www.havadantozdan.com/cilgin-proje-neden-olmaz/


  Yazıda da görülebileceği gibi Prof. Dr. Cemal Saydam, kanalın, karadeniz suyunu Marmaraya deşarj eden bir yapı olacağını ve bunun çeşitli çevresel etkilerini tartışarak, sonucu bir "çevre felaketi" olarak ilan ediyor.
  Haddim olmayarak, kendisiyle aynı fikirde olmadığımı ilamla açıklamaya çalışayım;
  Başlangıç için sn Saydam'ın da anlattığı, 3 deniz ve 2 boğaz ile ilgili temel bilgileri basitleştirerek gözden geçirmekte fayda var.

1.AKDENİZ; bir Tuz çölüdür. çok fazla tür zenginliği bulundurmakla beraber besinin azlığı yüzünden türlerin populasyonunun artmasına izin vermez. Tuz yönünden zenginliği, suyunu, söz ettiğimiz denizlerin en ağırı yapar.

2.EGE; Aslında, Akdenizin bir uzantısıdır. Çanakkale boğazından gelen Besin değeri yüksek (pis) su tarafından kirletildiği için belli türlerin çoğalmasına izin verir. Bu bakımdan özellikle boğaza yakın bölgeleri balıkçılığa uygundur.

3.ÇANAKKALE BOĞAZI; yaklaşık eşit miktarda suyu üstten Marmaradan Ege'ye, alttan da Ege'den Marmaraya geçirir. Bir anlamda Marmarayı temizlerken Egeyi kirletir.

4.MARMARA; Karadenizden gelen hafif su, Marmaranın üzerinde 25 m'lik bir tabaka olarak yavaşça Çanakkale boğazına doğru akar. bunu yaparken daha derin bölgelerdeki havayla temas etmeyen suyu oksijensiz bırakır. Yani Marmarada hiç bir zaman çok bol balık bulunmamıştır.

5.KARADENİZ
7000 yıldan beri denizdir. önceden tıpkı Marmara gibi bir göldü. sürekli ırmaklarla beslenir, tuzluluğu düşük (ki bu hafif de demektir) ve kirlidir. bu bakımdan az sayıda tür her zaman büyük kitlelerle (populasyon) bulunur. Türkiye balıkçılığının %80'i Karadenizde yapılır ve onun da %80'i hamsidir.

6.İSTANBUL BOĞAZI; Tıpkı Çanakkale gibi Karadenizin hafif suyunu üstten, Egenin ağır suyunu alttan Marmara ve Karadenize servis eder. ancak bir farkla;
  ODTÜ'lüler tarafından bulunduğu için "odtü eşiği" de denen, deniz seviyesi altında 50 metre derinliğe kadar yükselen, bir zemin çıkıntısı tarafından Ege'den gelen su engellenir. Eşikten kalan kısım, yani 50m'lik yüzey, Karadeniz'den gelen suyun işgal alanıdır.
Hem boğazın yapısı ve hem de bu zemin engelinin yarattığı karmaşa yüzünden akım düzensizleşir ve sular bir miktar karışır. Bu da iki denizin su alışverişi ölçümü zorlaştırır.
Hocamız, Marmara suyunun Karadeniz'e geçiş ölçümünü (eğer yanlış anlamıyor isem) en iyi kendi ekibinin yaptığı iddiasında ve yüksek olasılıkla haklı da. Ancak, yine de belirtmekte fayda var ki Marmara suyunun Karadeniz'e geçişi verdiği rakamlardan az olabilir. Biz bu alışverişin en birbirine yakın olduğu oranları alalım, şöyleler;
Karadeniz'den Marmara'ya yılda 300 k.m.küp
Marmara'dan   Karadeniz'e yılda 125 k.m.küp

Yani her yıl Karadeniz, İstanbul boğazı aracılığı ile Marmaraya en az 175 k.m.küp su boşaltmakta ki bu Kanal İstanbul'un da yapacağı şeyin aynısı.
Sözün kısası, Kanal istanbul Karadenizden Marmaraya akan suyun miktarını artırmaktan başka birşey yapmayacak. (bu bağlamda Karadenize kıyısı olan ülkeler, açılan bir boğaza kızmaz ama kapanan bir boğaza kızar.)
Peki bu, bütünüyle "zararsız" kabul edebileceğimiz bir durum mudur? Bu noktada özellikle derinliği 25 m. olarak tasarlanan kanalın ne miktarda su taşıyacağı önemlidir ve hesabı da sanıldığı kadar kolay olmasa da yapılamaz değildir.
(Bunun dışında, Kanal İstanbul'da çift yönlü akışın, alttan Marmara ve üstten Karadeniz suyunun akmayacağının da garantisinin olmadığını düşünüyorum. Ancak yine de önermeleri, olmayacağı üzerinden yürütüyorum.)
   Kanal İstanbul'un getireceği iki olgu net.
1. Karadeniz, Marmaraya daha çok akacak
2. Kanalın giriş ve çıkışlarında su dengesi değişecek.
    (önemli bir konu daha var ki o da kesilen akiferler. ancak, buna daha sonra değineceğim.)
   İlk beklenen sonuç, 7000 yıl boyunca, Marmara denizi üzerinde 25m kalınlığa ulaşmış ve dip yaşamını boğan, (hocamızın deyimi ile) Marmara'yı astımlı bir hasta yapan "Karadeniz suyu" tabakasının kalınlaşması olacaktır. bu konuda, halihazırdaki durum için şöyle diyor hocamız; "Oksijenin denizlerdeki kaynağı elbette atmosferdir ama gel gelelim oksijen de bu tabakayı geçemez."(ayrıca ışığı da kesiyor)
Ancak şöyle bir durum var;
  Sözkonusu tabaka, dip suyuna oksijen ve ışık geçişini engelliyorken, kalın ya da ince olması arasında ne fark var?
  Bu sorunun cevabı 'kesinlikle yok' değildir, ancak Kanal İstanbul'un debisi üzerinden, tahmin de edilebilir. Burada şahsi fikrim, sonuçlarının Prof.Dr. Cemal Saydam'ın söylediği, sonsuz döngü ile gelen "Felaket" gibi olmayacağıdır.
olacak olan, en kısa ve net ifadesiyle;
Karadeniz, eskisinden daha temiz, Marmara biraz daha pis ve keza Ege, çok az miktarda daha pis.
     Tam burada sözüm, "sen hocandan daha mı iyi bileceksin?" diyenlere;
     Hayır. Fakat bu tahminlerin daha sağlıklı yapılabilmesi için gereken veriler elimizde yokken, yapılan, "hocamın tahminine tahminim"dir der, değeri okuyucuya bırakırım.
     Saydam, yukarıda linki verilen daha uzun yazısında, deşarjın, sadece Marmarayı değil, özellikle İzmit Körfezini de olumsuz etkileyeceğini söylüyor. Ancak zaten kapalı bir su havzası olduğu için sınayi kirliliği yüksek körfeze su girişinin bir devirdaim yaratıp (evet, organik kirliliği biraz artırarak ama kimyasalı azaltarak) körfezi, görece temizlemesi olasılığını da atlıyor.
     Atladığı bir yer daha var sayın Cemal Saydam'ın;
Uzun uzun boğazın tehlikeli trafiğini anlattıktan sonra, uluslararası antlaşmalardan dem vurup, "kimseyi oradan geçmeye mecbur edemezsiniz" diyor, kimsenin mecbur edilmesine gerek olmayacağını atlıyor. (bir gün, bir Rus uçak gemisi, illa ki ben Boğaz'dan geçeceğim diye tutturursa da onu o zaman düşünürüz.)
     Sayın hocam Prof.Dr. Cemal Saydam ortalığa bolca hidrojen sülfür kokuları saçarak sanatın edebi alanlarında teknik bilgi ve birikimiyle at koşturmuş, helali hoş olsun.
     Yukarıda küçük bir yalan söyledim. İddiamın bir dayanağı var. Hocamın kullandığı bir hava fotoğrafı üzerine biraz çalıştım. Fotoğrafta, en fazla 1,5-2 piksellik yer işgal eden, gerçek genişlikleri ise 39 metre olan boğaz köprülerinden referansla, 6 piksellik bir fırçayla kanalı çizdim (ki en azından120 m eder).
Böylece 100 m genişliğinde olacak Kanal İstanbulun, İstanbul boğazı ile karşılaştırmalı bir "değerini" oluşturmuş oldum.
Sözkonusu fotoğrafı yukarıda, yazının başında görebilirsiniz

Fırat Erez.


















1 yorum: