11 Temmuz 2013 Perşembe

GEZİ PARKI OLAYLARI
(twitter üzerinden gerçekleşen bir tartışmanın gösterdiği lüzum üzerine, sn Esra Arsan'a cevap mahiyetinde yazılmıştır.)


    öncelikle, "Taksim Dayanışmanın suçu ne?" sorusuna cevabım, hukukçu olmadığımdan kişisel normlar üzerinden olacak.
  Takdir edip etmemek, benim değil okuyucunun kendi normlarına ve onlarla olan ilişkisine kalmıştır.
  
 yargılama için olayın başına dönmek gerek;

"çadır yakmak*" gibi gayet provakatif bir biçimde başlayan/başlatılan olayların ilk bölümü 3 gün sürdü. giderek artan direnişin sonunda polis (devlet), meydanı halka bırakarak çekildi.
   (bu tek başına, tarihte örneği az görülmüş bir olgudur. hiçbir devlet, merkez meydanını günler boyunca bir gösterici kitlenin eline bırakmaz. polis/devlet şiddeti naraları atarken, bunu da düşünmek gerekir.)
 
  saçma bir kışla replikası yapımı adına, bir parkın yokedilmesine gösterilen haklı tepki, bu aşamada net bir zafere evrilmiş oldu. polisin çekilmesiyle gezi parkı ve meydan biraz kaotik de olsa bir şenlik alanına döndü. bu andan sonra (başbakanın yanılmıyorsam Fas'tan yaptığı) tipik çemkirmeli konuşması hariç, hükumetin söylemi yumuşamaya başladı. önce parkı yoketmek gibi bir gailenin olmadığı, parka müdahalenin, yeraltı yollarının tretuarları için (genelde söylenenin aksine anıtlardan izni alınmış) bir küçük parçasına yapıldığı açıklandı. bunun dışında da yetkililerin referandum, halka sormadan otobüs duraklarının bile yerinin değiştirilmeyeceği türünden açıklamalarını duyduk.
 sağ liberal hükmetme tarzının, örnek bir "ben yaptım oldu"culuğuna verilmiş bu haklı tepki, aslında bir sivil toplumcu sıçramaydı ve geniş katılımlı, doğrudan demokrasili gelecek seçeneklerine göz kırpıyor, insanın içini umut ve heyecanla dolduruyor, "gerçek bir ileri demokrasi" hayalleri kurduruyordu.
   ancak olaylar böyle gelişmedi, geliştirilmedi.
önce, gezi işgalcilerinin iradesi, örgütlenmesi engellenerek, olayın başından beri içinde bulunan tek kurumsal yapıya, çok bileşenli Taksim Dayanışmaya tahvil edildi.
  aynı esnada olaylar, Türkiye geneline yayılmış, neredeyse 2,5 milyon insanın ve her cins ve tipten örgütün katıldığı, bolca şiddet içeren, polis ve AKP (özellikle de başbakan) karşıtı gösterilere dönüşmüştü. ülke genelinde "arap baharı" benzeri bir isyan havası gittikçe yayılıyor, bu minvalde açıklamalar yapılıyor, tweetler atılıyordu. ilk 3 gün ortalarda hiç görünmeyen birileri çıkmış, meselenin 3-5 ağaç olmadığını, daha ileri bir amaç içerdiğini söyleyerek yangını körüklüyordu.

  (burada şahsi bir süreci anlatmaya girmeliyim. basılı bildiri dağıtmak da dahil, çeşitli mecralarda, gezi direnişinin bir konsey oluşturmasını, taleplerini park üzerinde yoğunlaştırıp, demokratik hakların geliştirilmesi üzerinde durarak, hükumetle pazarlığa oturmasını, polisin geziye saldırmayacağı sözü karşılığında meydan işgalinin sonlandırılmasını savunup, açıkça da önerdim.
  ama tabii ben hala anlamamıştım :) , mesele 3-5 ağaç değildi..)

  ülkenin genelinde süren olaylarda, insanlar ölür ve sakat kalırken, gezidekiler hiçbir şey yapmadan yan gelip yatıyor, komün ve direniş güzellemeleri yazıyorlardı. aniden devrimcileşmiş bir takım medyatik tipler, geziyi neşeyle şereflendirip yaz tatili öncesi toplumsal mecburiyetlerini yerine getirirken oluyordu bütün bunlar.. ve tam bu sırada Taksim Dayanışma bir talep listesiyle ortaya çıktı.
tabiri caizse "bir, analarının nikahını istemedikleri kalmıştı" devletten, 3. köprü yapılmayacak, havaalanı inşaatından vaz geçilecekti vs vs..
  karşılanması imkansız bu maksimalist taleplerle biryere varılamayacağını bilmediklerini düşünmek,
hayır, safdillik değil, düphedüz gerizekalılıktır.
  kısacası, süreç içinde Taksim Dayanışma, başbakanla yapılan görüşmeyi provoke etmeye çalışmak da dahil bir çözüme varılamaması için, elinden geleni ardına koymadı..
  bunlardan biri de, (Alper Görmüş'ün yazısı burada devreye giriyor) yayalaştırma projesinin durdurulma kararının, bilindiği halde, "gerekçeli kararı bekledik" gibi karga güldüren bir bahane arkasına saklanılarak, Taksim Dayanışma tarafından hasıraltı edilişiydi..
  sonuçta olaylar, çeşitli biçimlerde 31 mayıstan bu yana hala sürüyor/türlü odak ve akılfikir sahiplerince sürdürülüyor..
  sözün kısası Taksim Dayanışma, olaylar boyunca çözüme değil, yalnızca olayların daha büyüyüp, mümkünse hiç bitmemesine, hükumetin giderek sertleşeceğine ve karşı tepkinin daha da yayılacağına yönelik bir strateji izlemiş, tüm adımlarını bilerek veya bilmeyerek bu doğrultuda atmıştır.
  bu hareket tarzıyla Taksim Dayanışma, tüm ölümlerin ve yaralanmaların ve zarar ziyanın ve iyice gerilmiş toplumsal kutuplaşmanın ve tehlikeli noktalardan dönmüş barış sürecinin ve ülkenin sair kayıplarının asal suçlusudur. çok isteyen, Taksim Dayanışmanın yanına o ilk gün çadırları yakan dangalağı da koyabilir, vicdanımın hapisanesinde yalnız kalmamış olur böylece..
  tüm bu suçlarının yanında ve bence bunlardan da önemli bir suçu daha var Taksim Dayanışmanın; o da, ülkenin demokrasisinde neredeyse dünyaya örnek oluşturabilecek bir sıçrama hamlesini katletmesidir..

  şimdi gelelim Alper Görmüş'ün Esra Arsan tarafından "taraflılık"la suçlandığı tavrına;
Görmüş yazısında, benim yukarıda yazdıklarımı falan söylemiyor. o, gayet basit bir soruyu, üstelik de Esra Arsan'ın söylediğinin aksine Taksim Dayanışma'ya, Hükumete ve hatta "gerekçeli karar 1 ay sonra" diyen mahkemeye de soruyor, "tansiyonu düşüreceği kesin olan böyle bir açıklamayı niye gizlediniz?" ve tabii Taksim Dayanışma cevabını türlü mırın kırınla "efendim, gerekçeli karar.." şeklinde ifade edebiliyor ancak.
  Görmüş'ün sorusu neden bu kadar önemli oluyor? Görmüş, neden taraf tutmakla suçlanıyor?
basit. çünkü soru öyle bir soru ki ve öyle bir tavrın ifadesine gösterge oluyor ki, taraflar tutuşuyor.
çünkü, bir ikiyüzlülüğü faş ediyor. Çünkü, yukarıda yazdığım "Taksim Dayanışma suçları"nın delili oluyor da ondan ve tabii bir saldırı olarak algılanıyor..
  Esra Arsan da olayı aynen böyle algıladığı için Görmüş'ü taraflılıkla suçluyor, gazetecilik bağımsızlığı, meslek ahlakı, haber'i görüşlerinin hilafında olsa bile atlamamayı gerektirmesine rağmen üstelik de..
  ve sn Esra Arsan'ın twitter bio'sunda şöyle yazıyor; "Professor of journalism/Gazetecilik akademisyeni." nokta.
                     (son)


*çadırların yakılmasıyla ilgili bir deneme yazmıştım; http://robotdaneelolivaw.blogspot.com/2013/06/o-kucuk-parcasi-gezi-park-olaylaryla.html
 


3 yorum:

  1. Türkiye'de insan bazen geleceğe dair ümitlerini yitiriyor. Sözcü gazetesini okuyunca mesela. bazen de ümitvar oluyor. sizin yazınızı okuyunca mesela. Gezi olaylarında muhtemelen karşı saflardaydık, ama hayata bakış açımız aynı saftaymış meğer. farklı düşüncede olduğum insanlar içerisinde sizin gibi insanların da olduğunu bilmek beni rahatlatıyor.

    YanıtlaSil
  2. Fırat çok güzel yazmışın ama kronolojik anlatımında eksik kalan çok büyük bir gövde var o da RTE nin Fatih Altyalı röportajı ile başlayan ve mitinglerle devam eden provoke edici, dışlayıcı ve bölücü konuşmaları. ve bu konuşmalar dizini içinde polisi gittikçe daha agresifleştiren taraftarlaşma yaklaşımı. Taksim Platformu nu kahramanlaştıran da yine RTE nin kendisine muhatap arama çabası. Bence bu hareket bireysel güçlenme ve başkaldırıyı keşfetme hareketi olarak bugünün gençlerinin geleceğinde bir "devrim" olarak yerini bulacak. RTE nin korkusu da bu zaten. Biz yaştakilerin anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmamız da pek olası diil sanırım.

    YanıtlaSil
  3. Fırat,bu yazınla, sonunda Gezi olayları ile ilgili ne düşündüğü anlamış oldum.Değerlendirmelerinin büyük bir kısmına katılıyorum.Katılmadığım kısım ise Taksim Dayanışma'yı neredeyse yaşanan onca şeyin tek sorumlusu olarak görmen. Elbette eleştirilecek çok tarafları oldu, hatta devletten talepleri konusunda "ahmaklık" sıfatını yakıştırmanı hafif bırakacak tavırları da oldu. Öncelikle onlar bu işin lideri/önderi değildi.Dolayısıyla her şeye rağmen bunca kanın sorumlusu onlar değildi. biraz da sıkıntı buradan kaynaklandı; önder/parti/oluşum olmamasından. Yakalanan ruh pozitif bir demokratik tavra dönüşemedi. Dönüşmesini engelleyen faktörler konusunda büyük bir olasılıkla benzer düşünüyoruz. İş tekrar bir gençlik hareketinden bir özgürlük talebinden çıkıp ulusalcı/milliyetçi unsurların başı çektiği Cumhuriyet mitingleri havasına büründü. AKP'nin faşizan tavrı kadar sorunlu bir tavra sorunlu bir mecraya doğru aktı bu sel. Gezi'nin bir süre sonra diğer şehirlerde onca şiddet ve kan varken festival havasına bürünmesini, piknik alanına dönüşmesini eleştirmeni anlıyor ama katılmıyorum. Öyle olması gerekiyordu ve öyle de oldu...

    YanıtlaSil