16 Temmuz 2013 Salı

PROVOKASYON, VAR MI YOK MU? *

provokasyon var mı, yok mu?
provokasyon nasıl oluşur? nasıl yönetilir?
Ethem Sarısülük'ün öldürüldüğü günün ertesinde, olayın filmleri ortaya çıktı.
aynı günün öğleninde 1, akşamında başka bir açıdan diğeri.. 3. film 3 gün kadar sonra ve 4.ve sonuncusu ise şu meşhur, yukarıya dönen mobese kamerasınınkiler 10 gün kadar sonra.
ilk film ortaya çıktığında, filmi (3 el atışın 1sn önce ve 1 sn sonrasına yoğunlaşarak) onlarca kez izledim.
polis kesinlikle havaya ateş ediyordu, 3 atışın 3'ü de, grup içindeki kimseyi hedef alamayacak bir açıdaydı
(burada kamera görüntülerinin yanıltıcı olabileceği konusunda, güvenilir birinden bir uyarı da aldım ama açıda yanılma olmaz diyerek aldırış etmedim. sonrasında söylenenin haklılığını anladığımda, o güne kadar bilmediğim bir optik yanılsamayı da öğrenmiş oldum)
peki, eğer öyleyse E.S. nasıl ölmüştü?
2.ci bir silahın orada bir yerde bu fırsatı beklediğini ve sırf provokasyon amacıyla olayda birinin ölmesini sağlayacak atışı yaptığını düşündüm.
çünkü gezi parkı olaylarının bir zincirleme reaksiyonu tetiklediğini, sürece başından değil ama sonradan, bazı müdahalelerin olduğunu,
aynen hükumetin söylemlerindeki gibi "sürece düşman", bir takım karanlık ellerin, olaylara müdahil olduğunu düşünüyordum, hissediyordum.
böylece, aslında kurulumu neredeyse imkansız olan, böyle bir tezgahın varlığına inanma eylimine girdim. yanılgım yarım gün kadar sürdü.
sonrasında 2. film ortaya çıktı.
ilk filmi izlediğim şekilde 2.'de izledim ve filmlerin içinde polisin kolunun düşüşünü, elinde silahının dönüşünü, E.S.'ün kalkan taşıdığını, 3. atışla senkronize, başının, sağ tarafından aldığı darbeyle savruluşunu vs ayırdedebildim.
o günden sonra da bu olayın yargısını "bir kaza" olarak verdim. 3 gün sonra ortaya çıkan filmde, E.S.'ün de içinde olduğu bir grup gösterici tarafından, kötü şekilde sıkıştırılan polisin, taş darbeleri altında geri çekilirken kalkanlarını da bıraktıkları görüntüler vardı.
E.S'yi vuran polis de olasılıkla ya o gruptan veya yakındaki bir ekiptendi. önce yayınlanan 2 film (E.S.'nin vurulmasını gösterenler) olayların bu "polis geriçekilmesi"nden sonrasını anlatıyordu..
polis (belkide kalkanını kaybettiğinden) gereksiz bir atılganlık gösterirken, gösterici grubunun içinde tek kalıyor,
kendine kaçabileceği bir alan fırsatı yaratmak için havaya 3 el silah sıkıyor,
ancak hem geri dönüp kaçma eylemine erken girerek kolunu düşürdüğü için
ve hem de silahı gevşek tuttuğu için,
3. atışta Ethem Sarısülük, soluna bakarken kafasının sağ yanından vuruluyordu.
(burada, yaptığının farkında olmayan polis memurunun, dönüp kaçmaya başladıktan sonra, namlusunda hala mermi ile kurulu durumdaki silahını, yere tutmayıp sopa gibi sallayarak polis arkadaşlarına doğru koşmasına dikkat!

buraya kadar, kişisel bir deneyimim (ve yanılgım) üzerinden Provokasyon algısına bir açıdan bakıldı.

şimdi gelelim OTPOR, Mehmet Ali Alabora ve tiyatrosu ve de şu Zello meselesine.

yukarıda, eksik bilgiyle yanılarak vardığım bir sonucu örnekledim. utanmadan(!), yine aynısını yapacağım. atıyorum, belki tutar :) ..

soğuk savaşın bitip, devlet - halk çelişkilerinin görece yumuşak bir seviyeye çekildiği, kabaca tarifiyle "iletişim halindeki uygar dünya devletlerinin artık kendilerine aleyhtar göstericilerin üzerine ateş açmadığı"
bir dünyada yaşadığımız söylenebilir.
Devletin anti-gösteri önlemleri teknolojik ve genelde hukuk üzerinden çalıştırılırken, göstericiler (potansiyel, kinetik ya da kronik, farketmez) belli taktik ve yöntemlerin paylaşımına girerek devleti ve uzantılarını felç etmenin yeni yöntemlerini geliştiriyor ve paylaşıyorlar. bu statüko'nun üzerinde de belli örgütlenmeler oluşuyor. OTPOR da yöntemlerin aktarımı, analizi ve geliştirilmesi, paylaşımı gibi konularda uzmanlaşarak kendine bir alan yaratmış, bu alandan beslenen, burada yaşayan insanlardan ibaret bir çekirdek. bir yanıyla bir "marka" olarak kendini pazarlarken, bir yanıyla da OCCUPY/isyan-işgal uzmanlığını ve donanımlarını satıyor.
orada burada karşımıza çıkması normal bu örgüt'ün komploculuk parantezinde anılması bir olgunun gözden kaçırılması anlamına geliyor; o olgu, "isyan endüstrisi" .

ve geliyoruz, Mehmet Ali Alabora'nın insanların, sosyal medya vs sayesinde, çağdaş bir ülkenin diktatörüne karşı ayaklanma-örgütleme dersleri verildiği söylenen oyununa..
Arap Baharının o çok meftun olduğumuz sosyal medya sayesinde şahlandığı, zafere ulaştığı, hepimizin malumu (en azından kanaati).
bu "gereç" ve kullanım koşulları üzerine bir öykü kurmak, yazmak, sahneye koymak da, yine şaşılacak bir yön yok. bir fenomen oluşuyor ve sanatçılar da doğal olarak konuyla ilgili eserler üretiyor, katılıyorlar.
bu tarz üretimleri de bir yanıyla yukarıda bahsedilen "isyan endustrisi"ne sokmak mümkün.

yukarıda anlatılanlar, (ve biraz sonra anlatılacak) zello gibi uygulamalar kendiliğindenci ontolojilerine rağmen aynı zamanda da müdahaleye açık yapılar.
 küçük ve fakat yerinde çabalar harcanarak, otpor vs gibi örgütlerin belli bölgelerde etkilerini yoğunlaştırmaları, yöntem önerilerini yumuşaktan sert'e doğru evirmeleri gibi manuplasyonların yapılmadığını düşünmek ise biraz "safiyane" kalıyor.
örneğin M.A.Alabora nasıl bir etki altında kalmış olabilir, tahmine çalışalım;

TC'nin ortadoğu politikalarından ve özellikle de Kürt barışına kesinlikle karşı bir takım odakların varlığını "hayal edelim" :) çok zor değil, değil mi?.
ve Alaboranın sahnelediği cinsten, bir de oyun gerekiyor öykü için ki bulunması zor değildir, yukarıda anlatıldı..
sonrası Türkiyeden bir piyon bulmak.
bu piyon, toplumda saygınlığı yüksek, "sanatçı muhaliftir" önermesini aksini hiç düşünmeden kabul edecek bir yarı cahillikte,
ve fakat yine de zeki (en azından buna kendini inandıracak miktarda) ve koşullanmış bilgi donanımı dışında iyi bir organizasyon yeteneği ve olanaklılığı da olmalı.
M.A.Alabora uygundur, diğer seçenekler ya net taraflı ya da uyanık olduklarından veyahutta L.Kırca örneğindeki gibi elini bulaştırmak istemeyeceğin cinsten olduklarından elendiler.

iyi kurgulanmış bir Tiyatro eseri, yeterince sponsor, biraz sırt sıvazlama oyunun partneri olarak seçilen "oyuncu"yu ikna etmekte yeterli olacaktır.

bir taşla 2 kuş vurulur, hem gençlerin ellerindeki vazgeçilmez aksesuarlarının nasıl toplumu toptan değiştirecek bir silaha dönüşebileceğinin bilgisi aktarılır (mezbul miktar ajitasyonla)
ve hem de ülke genelinde güvenilirliği yüksek bir insan üzerinden, gelecek "komplo" suçlamaları, baştan itibarsızlaştırılır..

yukarıda "oyun" ile ilgil anlatılanlar tamamen yanlış da olabilirler.
olaylar tamamen bir oyunun sırf iyi yazılmış ve güncel bir fenomenin yorumunu içermesi yüzünden de, Alabora tarafından seçilmiş ve oynanmış olabilir
ama olmayabilir de..

bir de Zello meselesi var. bir tür sesli twitter gibi iş gören bu sistemin de birden yaygınlaşmasında belli manuplasyonlar yapılması ihtimali var.
ancak eylem aktivitesi içinde yazarak değil de konuşarak mesajlaşmanın taktik değerini gözden kaçırmamak lazım.
manuplasyon olabilir, olmayabilir de.
ve son kez zello üzerinden ve  Houston'dan gönderilen mesajlar..
bu konu Server adreslerinden kaynaklı bir yanlış algı olabilir ama olmayabilir de..

gezi olaylarının, en azından direnişçilerin (ya da sonradan devreye girecek "dış ve iç güçlerin") kararıyla ve iradesiyle başlamadığı kesindir.
( konu üzerine yazılmış bir kurgu denemem; "PARKIN O KÜÇÜK PARÇASI" http://robotdaneelolivaw.blogspot.com/2013_06_01_archive.html )

ancak şu da kesindir ki,
TC ve Kürt hareketinin ittifakla başlattığı, ulus devleti yerel yönetimler ve giderek, federatif özgür yapılarla zayıflatan, çözümcü ortadoğu projesine,
yüz yıldır ortadoğuyu perde arkasından regule etmiş İngilterenin,
soğuk savaş öncesi hakimiyet ağlarıyla direnen ve ortadoğuda İsrailden başka partner istemeyen ABD Neoconlarının,
3.havaalanı ile büyük sekteye uğrayacak Almanların,
AKP'nin burjuvazisi denebilecek anadolu kaplanlarıyla, AKP nin antienflasyonist politikalarından hiç hazzetmiyen arkaik 1.Cumhuriyet kalıntısı rantçı burjuvazinin,
ve İranın ve Suriyenin ve Rusyanın ve Kürt barışı ile güçlenen Türkiyenin karşısında pozisyon alan bilumum çevrenin,
 tüm bu olaylar sırasında elikolu bağlı beklediğini düşünmek en hafif deyimle, saflıktır.

biraz uzun oldu, farkındayım sn Görmüş, umarım okursunuz.
bu arada, geçenlerde, Taksim Dayanışma ve Gezi tavrını konu alan 2 yazı üzerine SN Esra Arsan ile bir tartışmaya girdik.
konuyla ilgili cevabımı şu yazıda topladım. arada sizin konunuz da geçmekte. belki ilgilenirsiniz;

http://robotdaneelolivaw.blogspot.com/2013/07/gezi-parki-olaylari-twitter-uzerinden.html

sevgiler saygılar

Fırat Erez.


*not; yukarıdaki yazı sn Alper Görmüş'ün şu yazısına;  http://m.t24.com.tr/yazi/muhafazakarlar-da-gazete-degil-mucadele-bulteni-istiyor/7062 yorum olarak yazılmıştır.
    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder