29 Mart 2014 Cumartesi

    SAVAŞ YÜKÜ..


Savaşlar bittiklerinde,
arkalarında yalnızca,
yanmış yakılmış kentler, sakat kalmış insanlar ve kayıplarının yasını tutan kalabalıklar ile,
intikam ateşini tatmin veya söndürme arasında gidip gelen galipler
veya
hayatlarını, herşeye rağmen acılar içinde sürdürmeye çalışan, maluplardan müteşekkil insan grupları bırakmaz.
   
O savaş için üretilmiş ama kullanılmamış çeşitli silah ve araç gereçten başka,
"varoluş mücadelesinde mecburiyetten başvuruldu" gerekçesiyle örgütlenmiş çeşitli kirli organizasyonlar da
biten savaştan geriye kalan "savaş yükü"nün bir parçasıdır.

Geçtiğimiz yüzyılla beraber biten "Soğuk Savaş" ve ardından bu günlere kadar yaşanılan, kimi yerel kimi ise global sorunların bir çoğu, yukarıda anlatılan olguyla yakından ilintilidir.

ABD gizli servisleri önderliğinde, Sovyet işgali ve bağlantılı tehlikelere karşı örgütlenmiş,
hemen her zaman, bir ucu ülke istihbarat örgütlerinin içinde iken,
farklı dallarla,
mafya, uyuşturucu ve silah kaçakçılığına,
teror örgütleri, çeşitli tür ve cinste lobilere,
siyasi partiler, sendika ve stk'lara,
medya, eğitim, bürokrasi alanlarında kişi ve kurumlara,
Ve daha bilinmez, kimbilir nerelere kadar uzanan kirli/geniş bir ağ,
"blok" yıkıldıktan sonra da dimdik ayaktaydı..

Sözkonusu bu ağın, sadece bir komünist işgalini önleme ideali ortak paydasında buluşmadığı,
açıklanmamış suç ortaklıkları,
örtbas edilmiş (ama unutulmamış) cinayetler, suikastler, işkenceler, kitlesel kıyımlar ve itibarsızlaştırmalardan öte,
hemen her zaman, büyük maddi ve siyasi ikbal beklentileri ile de örüldüğünü görmemek imkansız.

İşte,
belki global eşmerkezliliği artık görece kaybolmuş olsa da, yöntem ve amaçlardaki ortaklığı ile benzer refleksleri gösteren,
ve gösterirken de birbirleriyle esnek, organik ilişkiler içindeki bu "ağ kalıntıları", tüm insanlığın önündeki yeni ve acilen tasviyesi/halli  gereken, "büyük sorun"un ta kendisidir.

Tam burada bir parantez açmakta fayda var;
"ağ kalıntısı" deyimi bir miktar, "düşman"ı küçümseme hatasına düşme riski taşıyor.
Deyimin tam oturacağı yer, elKaide ya da İtalyan Gladiosu ve tasviyesi süreciymiş gibi iken, aslında, bu örnekten çok daha derinde ve yüksekteki yerlerde karşılığını buluyor.
Bu minvalde verilebilecek en güçlü iki örnek, yıkılmış Sovyet imparatorluğundan kalan güç mirası üzerinde yükselen Rus devlet erkinin oligarşik tarzı ve ABD Neocon varlığı/yöntemleridir.


Şimdi, yukarıda değinilen "büyük sorun"un, Ortadoğu'daki yansımasıyla ilerleyelim;

Karşımızdaki,
1.Büyük Savaşta dağılmış Osmanlı imparatorluğundan sonra, bir "acılar havzası"na dönüşmüş topraklar..
Batı'nın, çöküş sonrası (oldukça kalın!) bir incelikle kurguladığı,
asla bir araya gelemesinler de hem karşılarında bir güç oluşturamasın ve hem de petrolleri rahat sömürülebilsin diye ortalarından ortak çadırlarının ana direği "hilafetin" çekip aldığı,
ve neredeyse tek ortak amaçları,
göğüslerine saplanmış bir bıçak olarak gördükleri İsrail'i yok etmek olan,
kimi Baas, kimi Molla, kimi Cunta, kimi feodal soyların yönetimindeki,
devletleri, birbirleri, kendileri ve neredeyse herkesle kavgalı insan toplulukları..

Hepsinin arasında da, bu tablo karşısında, paranoyak sağcıların iktidarına mahkum bırakılmış,
8 milyonluk nüfusuyla küçük ama fazlasıyla vuruş gücüne sahip, bir huzursuz ülke, İsrail..

Tüm bunların arasında sadece tek bir ülke sıyrılıyor, Türkiye..
80 yıllık seküler geçmişini sindirmiş,
bir süre tahakkümünde yaşadığı açık faşizmi
ve sonra da,
her 10 yılda bir kendisini hizaya sokmak için yaptığı askeri darbelerle mirasını korumaya çalışan
eksikli demokrasisinin eli kanlı eski sahibi "askeri vesayeti" geriletmiş,
çetelerden, mafyadan, çarpık kentleşmeden, yerinde sayan ekonomiden, hortumlanan bankalardan,
kolluk şiddetinden, işkenceden temizlenmiş
ve en sonunda da,
30 yıldır kanını emen korkunç bir iç savaşı,
"gerekirse baldıran zehiri içerim" diyerek ölümü göze alan bir müslüman parti liderinin önderliğinde,
bitiren bir Türkiye..
Öyle ki söz konusu bu lider,
yani tüm siyasi macerası boyunca, gizli ajandasında "şeriat devleti" bulundurmakla suçlanan bu adam,
Recep Tayyip Erdoğan,
İhvan-ı Müslimin'in 1 yılı biraz aşabilen ve "Batı"nın ikiyüzlülükle alkışladığı bir darbeyle yıkılan
Mısır'ın seçilmiş tek iktidarına yaptığı ziyarette,
Mısır anayasasında hiçbir zaman yer almamış "Laik yönetim" önerisiyle,
Mısır'lıları bile şaşırtarak,
Ortadoğu'da yepyeni aktif bir siyasi aktörün bayrağını açıyor.

İşte burası, yukarıda anlatılmaya çalışılan "Savaş Yükü", geçmiş yüzyılın kalıntısı o "kirli ağ"ın,
tam da burada artık iyice, rahatsız olmaya başladığı andır..

Çünkü böyle giderse Türkiye,
hem giderek bağımsızlaşan gücü ve hem de barışçı politikası ile
"ağ"ın isteği ve çıkarları doğrultusunda kaos içinde tutmaya gayret ettiği Ortadoğu'ya, bir düzen getirebilme potansiyeli taşıyor.
Bütün İslam dünyasının düşmanlığı altında paranoyaklaşmış İsrail'e,
bölgede hayat şansı tanımak yanında,
onu İslamın şiddetinden, sırf retoriği ile bile koruyabilecek güçteki bu ülke,
İsrail'i 67 sınırlarına çekilmeye ikna edebilecek
ya da
Halkların, ortaklaşacağı adilane bir başka çözümü gerçekleştirebilecek güçte.
.
Konuyla uzak yakın ilgilenmiş çoğu insan için bir hayal olan
müreffeh bir Filistin,
barış içinde korkmadan yaşayan bir İsrail,
Dünya sistemine entegre bir İran,
hasılı bir "Ortadoğu Barışı" ufukta belirirken..
İşte tam da bu yüzden,
Türkiye'ye ve onun seçilmiş iktidarına, tarihte eşi benzeri görülmemiş
(şiddette değil türde) bir saldırı başlatılıyor.
Ve işte Erdoğan, bu yüzden, "bu ikinci bir Kurtuluş Savaşıdır" diyor.
Ve dışişleri bakanı Davutoğlu, konuşmalarında, Ortadoğu halklarına göndermelerini,
işte bu yüzden yapıyor.

Şimdi gidip istediğiniz partiye oy verebilirsiniz.

Benimki Adalet ve Kalkınma Partisine olacak..

Fırat Erez